Osmanlı Fıkraları

Osmanlı Fıkraları Arşivi

Vaktiyle reayadan haraç alındığı malum; haraç tahsildarları şurayı burayı teftiş ederlerken bir meyhanede başı açık ve hangi milletten olduğu belli olmayacak bir kılıkta oturan Bekri Mustafa'yı görünce haraç kağıdı sormuşlar. Bekri keyif haliyle onları terslemiş, onlar da yanlarındaki zabıta kuvveti ile alelacele ve yaka paça kaldırıp yola düzülmüşler. Yolda giderken bir tanıdık rastlamış, sormuş ve işi anladıktan sonra Bekri'ye:
- Müslüman olduğunu niçin söylemedin? deyince:
- Sus be kardeş aklıma gelmedi, demiş.

fıkraoku.com

 

Osmanlı dönemini paşalarından birinin sadık bir adamı efendisi için çalışırken başını belaya sokar. Zaptiyeler onu yakalayıp kadı efendinin karşısına çıkarılar. Gidiş idama doğru. Zavallı:

- Ee nedir ne oluyor, diye sordukça;
- Hiç telaşlanma, derler.
- Paşa ne yapar eder seni kurtarır, derler.

Gariban ümitle bekleye dursun paşa hiç oralı değildir.

İhtimal adamı kurtarırken kadı ile bozuşmaktan korkmaktadır. Son celse yapılır ve karar idamdır. Zaptiyeler adamı iki kolundan tutmuş götürürlerken gariban kapıdan paşayı görür, son bir ümitle ona doğru hamle yapar. Neredeyse kurtar beni paşam diye haykıracaktır. Paşa bu ihtimalden korkarak, zaptiyelerin kolundaki garibanın yalvaran gözlerine bakarak yalnızca onun duyabileceği bir ses tonuyla
- Bir can için beni mahcup etme evladım, diye fısıldar.

Ömeroğlu

 

Ramazan yaklaştığı halde bir hazırlık göremeyen Tamburi Arif Ağa, keremkâr bir adam olduğunu işittiği Veli Efendizâde'ye gidip bir gece eğlendirmek suretiyle Ramazan harçlığını temin etmeyi düşündü. Ramazan?dan bir akşam evvel Efendi?nin Beşiktaş?taki yalısına gitti.
Hoppa ve delişmen olmakla beraber zeki bir adam olan Veli Efendizâde, Arif Ağa?nın böyle Ramazan?dan bir gün evvel gelişindeki maksadı anladı. Kendisini huzura celbetti, güzel çaldığından bahisle taltif eyledi. Ertesi Ramazan günü Arif Ağa, evine dönmek için müsaade isteyince o gece de kalmasını rica etti. Adamcağız yiyeceksiz içeceksiz olan çoluk çocuğunun halini düşünerek endişeye düşmekle beraber bir taraftan da Efendi?nin müsaade vermemesinden ümide kapılarak teselli oldu. Fakat Arif Ağa?ya istediği izin bir türlü verilmediği gibi, yalı görevlilerine binanın dışına çıkarılmaması kesin olarak tembih edildi. Arif Ağa için çoluk çocuk endişesi dolayısıyla hiç istemese de, bu durumu kabul etmekten başka yol kalmamıştı. Nihayet bayram geldi. Daire halkıyla birlikte Efendi?nin huzuruna çıkıp, bayramlaştılar, artık izin istediği şeklindeki sözlerine kup kuru bir cevap aldı; "Peki, git."

Arif Ağa aşağıya indi. Biraz beklediği halde hiçbir hediye verilmeyince, kahyanın odasına gidip, bir şey emredip emretmeyeceğini sordu. Kahyadan bir karşılık alamadığını görünce bir kat daha üzüldü. "Bari siz birkaç kuruş verin de kayık ücreti ve çocuklar için şeker parası yapayım" diye ağalara müracaat ettiyse de onlardan da: "Efendi?nin emri olmadıkça biz bir şey veremeyiz" cevabını aldı. Nihayet yalvarıp yakararak ayvazdan ancak bir kayık parası alabildi. Yalının rıhtımından ağlaya ağlaya kayığa binerken son bir defa binaya baktı. Veli Efendizâde köşe penceresinin önünde oturarak kendisini seyretmekteydi. Son bir ümitle boynunu bükerek yardım ister bir tavırla yerlere kadar temenna etti. Efendi buna dilini çıkarmakla karşılık verdi.

Arif Ağa artık son haddini bulan üzüntüsünün tesiriyle ağzını açtı; "Hınzır deli, Allah belanı versin, beni bir aydan beri hapsettin, çoluk çocuğumu açlıktan öldürdün" diye ağız dolusu sövmeye başladı. Veli Efendizade hiç cevap vermiyor, sürekli dilini çıkarıyordu. İyice sinirlenen Arif Ağa, hıncını tamburdan aldı ve onu şiddetle taşa çalarak kırdı, pek kederli bir vaziyette kayığa binip semtinin yolunu tuttu.

Arif Ağa nihayet mahallesine ve sokağına gelmişti, fakat evini bulamıyordu. Çünkü evi yerinde yoktu. Acaba kederimden yanlış sokağa mı geldim diye düşündü, etrafa baktı, her şey yerli yerindeydi, tek fark evinin yerinde pek yeni, pek hoş bir yapının bulunmasıydı. Neredeyse şaşkınlıktan aklı başından gidecekti. Hemen mahalle bakkalına koştu; "Yahu bizim eve, çoluk çocuğa ne oldu?" diye sordu. Bakkal; "Sizin gittiğinizin ertesi günü bir ağa geldi. Civarda bir ev tutarak çoluk çocuğunuzu oraya götürdü. Ustalar, kalfalar, işçiler üşüşüp önce evinizi yıktılar, sonra da yenisini yaparak bayram gecesi çocuklarınızı yerleştirdiler" dedi.

Arif Ağa hemen evine koştu, kapıyı çaldı. Bütün ailesi kendisini bayramlık elbiselerle karşıladılar. Hep bir ağızdan ulaştıkları nimetin, ne olduğunu, kaynağını soruyorlardı. Arif Ağa sevinç göz yaşları arasında başından geçenleri anlattı. Sonra o bir defa daha yalıya gitti. Bu defa amacı teşekkür etmekti. Fakat onun bütün saygı ve minnettarlık dolu sözlerine Veli Efendizade yalnız dilini çıkarmakla cevap vermekteydi.

fıkraoku.com

 

Sultan III. Murad Han'ın musahiplerinden biri huzurdan ayrılırken bahşiş verileceği sırada padişaha şöyle der:
- Padişahım, bugün altın istemem. Onun yerine bana yüz değnek vurulsun.
Padişah yüz değnek vurulmasını emretmiş. Dayağın elli sopası vurulunca musahip şöyle demiş:
- Durun, bir ortağım var, ellisini de ona vurun.
Padişah ortağın kim olduğunu sorar:
- Her gün beni davet eden Bostancı, seni ben çağırdım diyerek verilen bahşişin yarısını elimden alıyor. Bugün bana vurulan sopaların yarısı onun olsun.
Padişah bu sözden çok hoşlanmış ve geri kalan elli sopayı da Bostancı'ya vurdurmuş.

Musahip: Tatlı konuşmaları ile büyüklerin, özellikle padişahların güzel zaman geçirmelerini sağlamakla görevli kimselere verilen unvan.

fıkraoku.com

 

İkinci Abdulhamit zamanında hazırcevaplığı ile tanınmış İzzet Paşa'yı Musevi cemaati reisi ziyarete gelmiş. Karşılıklı konuşuyorlarmış. Paşanın iyi bağlanmayan pantolonunun düğmelerinden beyaz çamaşırı yakışıksız bir halde gözüküyormuş. Haham bir sırasını getirip "Düğmeleriniz açılmış hazretleri", diye işaret edince, hazır cevap Paşa hiç bozuntuya vermeden gülümseyerek:
- Bizde bir atasözü vardır, dost başa, düşman ayağa bakar derler. Aferin Haham efendi, sen bitaraf olduğun için ne başa, ne ayağa, tam ortaya bakıyorsun, demiş.

fıkraoku.com

 

Yavuz Sultan Selim Han ve ordusu Mısır seferi dönüşünde Konya'ya geldiklerinde çok büyük bir fırtına çıkmış. Yerlerden kalkan tozlar havada döne döne göklere yükselirken Sultan, Şeyhülislâm İbn Kemâl Hazretlerine:
- Bu hâl nedir? diye sorar.
İbn Kemâl hazretleri de şu cevabı verir:
- Efendim, burası Mevlana'nın şehridir. Taşı da toprağı da Mevlevi'dir. İşte böyle durmadan dönerler.

fıkraoku.com

 

Padişah Yavuz Sultan Selim, tebdili kıyafetle Kuşlar Çarşısı'nı geziyormuş. Avcılar avladıkları kuşları, tuzakçılar yakaladıkları maharetli, eğitimli, güzelim kuşları satıyorlar. Bir ara padişahın gözü kekliklere ilişir.
Bir grup kekliğin üzerindeki etikette, "Tane işi satış fiyatı 1 altın" yazıyor. Hemen yanı başlarında asılı, adeta altın kafes içinde bir keklik daha var ki, fiyatı; 300 altın.
Padişahın gözü 300 altınlık kekliğe takılır. Satıcıya sorar:
- Hayırdır, bunun diğerlerinden ne farkı var ki, bunlar 1 altın, bu 300 altın?
Satıcı cevaplar:
- Bu keklik özel eğitimli, çok güzel ötüyor, ötmesi bir yana bunun ötüşünü duyan ne kadar keklik varsa hepsi onun etrafına doluşuyor. Tabii bu arada avcılar da o etrafa doluşan keklikleri daha rahat avlıyorlar. Padişah:
- Al sana 500 altın, satın alıyorum, der. Parayı verir ve hemen oracıkta aldığı kekliğin kafasını keser.
Adam şaşırıp;
- Ne yaptınız, en maharetli kekliğin kafasını koparttınız, yazık değil mi? diye şaşkınlıkla bakar. Padişah gürler ve şöyle der:
- Bu kendi soyuna ihanet eden bir kekliktir. Bunun akıbeti er ya da geç ancak budur.

fıkraoku.com

 

Fâtih Sultan Mehmed Han, İstanbul'un fethini kolaylaştırmak için evvela Boğaziçi'nin Avrupa yakasına bir Boğazkesen Hisarı inşasına karar vermişti. Hemen faaliyete geçti. Kendisi de, bizzat ırgatların başında bulunmak suretiyle hisarın bir an evvel bitirilmesine gayret ediyordu. Fâtih, bu günlerin birinde, Vezir Çandarlı Halil Paşaya sordu:
- Edirne?deki medresede talebelerden biri vardı. O kimdi? Niçin gece hiç uyumazdı?
Halil Paşa:
- Geceleri derse çalışır da sultanım, ondan dolayı uyumaz... deyince, Sultan:
- Allah Allah!.. Bu talebe, benim gibi gece gündüz İstanbul'un fethini mi düşünüyor? Gündüz çalışsın gece uyusun! diye cevap verdi.

Çamlıca Basım Yayın

fıkraoku.com

 

Kemalpaşa zâde gençliğinde servetine ve bâhusus ilim ve marifetine mağrur bir kişiydi. Azametle arkası üzerine yaslanarak oturmayı pek severdi. Bir gün seyyahın biri yanına gelerek; "Efendi! Bir sualim var" dedikten sonra sordu:
- Allah?ın ilmine nispetle mahlukatın ilmi nenin gibidir?
Kemalpaşa zâde:
- Var hey torlak sen de! dedi, hiç sorduğun şey teşbih ve nispet kabul eyler mi? Lâkin seninle eğlenmek için bir şeye benzeteyim diyerek eline aldığı büyük bir kağıdın üzerine kalemle bir nokta koyup işte Allah?ın ilmi bu kağıda benzetilecek olursa, mahlukatın ilmi şu nokta kalır.
Değerli âlimden bu cevabı alan seyyah:
- Pekâlâ! Şimdi lütfen ilminizi bu noktanın içinden çıkarmanızı rica ederim!" demesiyle şaşıran Kemalpaşa zâde bir an kendinden geçti ve "Aman!" diyerek kendine geldi. "O torlak nereye gitti? Bakın, çağırın, bulun getirin!" dediyse de seyyahın izi bulunamadı. Hiçliğini anlayan Ibn Kemal bu andan sonra azameti bırakarak tevazuu ele aldı.

fıkraoku.com

 

Koca Ragıp Paşa, sadrazamken bir gün ahbaplarına hitaben;
- Rüşvet almadığınıza yemin edebilir misiniz? dedikten sonra, oradakiler yemini billah ederek rüşvet almadıklarını söylerler. Mecliste meşhur Haşmet de vardı ve bir köşeye çekilmiş sessizce duruyordu.
Ragıp Paşa,
- Haşmet, Rumeli de hayli mansıplarda bulundun. Sessizce durup yemin edemediğine bakılırsa bir hayli rüşvet almışa benzersin, deyince,
Haşmet;
- Sultanım, Müslümanlar da yalan yere yemin edenler çatlar diye bir itikat vardır. Şimdi ben efendilere bakıyorum. Eğer çatlamazlarsa ben de yemin edeceğim, demiş.

fıkraoku.com

 

Fıkra Ekleyin

Komik Fıkralar Ana Sayfa

Diğer Osmanlı Fıkraları:

[1]23

Osmanlı Fıkraları Arşivi